“Nefes Alamıyorum” | Siyah Amerika’nın Feryadı
- Kadir Üstün
Malcolm X’in 58 yıl önce söylediği bu sözler bugün de geçerliliğini koruyor. Beyaz çoğunluğun siyahi toplumun tecrübesini anlamayı reddettiğini, özneliğini kabul etmediğini, şikayetlerini görmezden ve feryadını duymazlıktan geldiğini görüyoruz.
George Floyd’un ölümüne yol açan polis şiddetinin videosu ülkedeki ırk ilişkileri açısından yeni bir dönemin başlangıcı sayılacak. Bu sahneler siyah Amerika için son derece alışılmış görüntüler aslında. Floyd’un 20 dolarlık sahte bir banknot verdiği ihbarı üzerine olay mahalline intikal eden 4 polis memuru Floyd’u tamamen etkisiz hale getirmiş olmalarına rağmen yerde elleri arkadan kelepçeli, yüz üstü yatırmakla kalmayıp polis memurlarından birisi yaklaşık 9 dakika boyunca Floyd’un boğazına diziyle bastırıyor. Floyd defalarca “nefes alamıyorum” ve “lütfen, ayağa kaldırın” diye yalvarıyor. Annesini iki yıl önce kaybetmiş olmasına rağmen “annemi istiyorum” diyerek bağırıyor. Çevreden geçen vatandaşların Floyd’un tepkisiz olduğu uyarılarına rağmen polisler ambulansı zanlının boğazına basarak beklemeye devam ediyor. Floyd’un boğazına basılan ilk altı dakikada hayatını kaybettiği belirtiliyor. Bu sahneler yaklaşık bir haftadır devam eden tarihi ırkçılık karşıtı gösterilerin kıvılcımı oldu.
Beyaz adama tatlı konuşmayı bırakın, ona nasıl hissettiğinizi söyleyin. Nasıl bir cehennem hayatı yaşadığınızı söyleyin… Evini düzeltmeye hazır değilse, evi olmamalı. Ateş almalı. Yanıp kül olmalı. Malcolm X
ABD’de ırkçılığın uzun bir tarihi var. Ülkenin yüzyıllar süren kölelik tecrübesi, iç savaşın ana tetikleyicisi olmuştu. Güney eyaletlerinin kaybettiği iç savaştan 1960’lara kadar devam eden ve kurumsal ayrımcılığın resmen son bulması ırkçılık problemini bitirmedi. 1960’lardaki sivil haklar mücadelesi kurumsal ayrımcılığın federal suç hale gelmesini sağladı ancak değişen birçok yasaya rağmen fiili ırkçılık devam etti. Köleliğin yarattığı ve ayrımcılığın devam ettirdiği sosyo-ekonomik uçurum siyahi vatandaşlar açısından kapatılması zor bir fark yarattı. Siyahilerin birçoğu orta sınıfa ve elitler arasına girmeyi başarırken orta ve alt sınıf siyahların realitesi işsizlik, uyuşturucu, gelir adaletsizliği, parçalanmış aile yapısı, evsizlik ve sistematik ırkçılığın oluşturduğu sosyo-ekonomik gerçeklik oldu.
ABD’de ırkçılığın uzun bir tarihi var. Ülkenin yüzyıllar süren kölelik tecrübesi, iç savaşın ana tetikleyicisi olmuştu.
ABD’nin ırkçılık sorununun kurban listesi epey uzun aslında. Ülkenin kuruluşunda ve zenginleşmesinde emeğiyle katkı veren köleler ve sistematik olarak soykırıma uğrayan yerliler listenin başında yer alıyor. Dönemsel olarak İrlandalı, Çinli, Japon, Latino, Yahudi, Arap, İranlı ve Hintli ve diğer göçmenlere karşı ırkçılık da bu uzun listenin parçası oldu. Anglo-Sakson Protestan beyazların tarihsel ayrıcalıklarını yüzyıllar boyunca korumalarını sağlayan sistem, birçok göçmeni sisteme dahil edip “aynı potada eritme” iddiasında oldu. ABD’nin birçok farklı grubu “Amerikalı” üst kimliği etrafında motive edebildiği ve “Amerikan rüyasını” görmelerini sağladığı yadsınamaz. Ancak bununla birlikte göz ardı edilemeyecek sayıda kitle sistemin kenarında veya dışında kalmaya devam etti. Amerikan hapishanelerinin üçte ikisinin siyahi ve Hispaniklerden oluştuğunu, Amerikan ordusunda beyaz olmayan kitlelerin beyazlara göre daha büyük oranda temsil edildiğini hatırlarsak toplumun ekonomik ve siyasi fırsatlarını her etnik gruba aynı oranda arz etmediğini görebiliriz.
Siyahlar, Amerikan toplumunun gelir adaletsizliği, uyuşturucu krizi, çete şiddeti, ayrımcılık, ırkçılık, evsizlik ve polis şiddeti gibi sorunlarından orantısız biçimde nasibini alan grupların başında yer alıyor. Amerikan rüyasını gerçekleştiren Michael Jackson ve Michael Jordan gibi bütün dünyaya mal olmuş kültürel ikonlarına karşın siyahi toplumun geneli bu rüyadan uzakta yaşıyor. Günlük hayata ilişkin çok reel kaygıları var siyahi vatandaşların. Örneğin, siyahi vatandaşlar araba kullanmaya yeni başlayan çocuklarına ilk olarak polis tarafından çevrilirseniz ne yapmanız gerekir dersi vermek zorundalar. Siyahi bir sürücünün beyaz bir sürücüye göre durdurulma ve aracının aranma ihtimali çok daha fazla. Bu tür durumlarda hayatını kaybeden siyahilerin oranı da aynı şekilde karşılaştırma götürmeyen biçimde yüksek.
Koronavirüs salgınından korunmak için siyahi erkeklerin maske takmak istememeleri Amerikan kültürel mirasının bir ürünü. “Fırsatlar ülkesinde” bir şekilde Amerikan rüyasını gerçekleştirmeye çalışırken, Floyd gibi polisin aşırı güç kullanmasına kurban gitmek hiç de uzak bir ihtimal değil.
İş yerlerinde günlük üstü örtülü ırkçılık hareketlerine gündelik olarak muhatap olabilen siyahların maaşları ve promosyonları da beyazlara göre daha düşük. Polisin siyahi bir vatandaşı durdurup kimlik sorma ve şüpheli muamelesi yapma ihtimali de beyazlara göre çok daha yüksek. Bu bağlamda koronavirüse karşı korunmak için salgının başında siyahi erkeklerin maske takmak istememeleri de bu kültürel mirasın bir ürünüydü. “Fırsatlar ülkesinde” bir şekilde Amerikan rüyasını gerçekleştirmeye çalışırken, Floyd gibi polisin aşırı güç kullanmasına kurban gitmek hiç de uzak bir ihtimal değil.
Bu sosyo-ekonomik ve kültürel realiteler bugün yaşananların arka planı teşkil ediyor. Floyd’un ölümüne sebep olan polislerin işten çıkarılmalarına rağmen tutuklanmamış olmaları ve Başkan Trump’ın sert söylemleri protestoların şiddet eylemlerine dönüşmesinde en önemli etkenler oldu. Kamuoyu baskısı sonrasında Floyd’un boynuna basan polis ve 3. derece cinayet ve kasıtsız adam öldürmekten tutuklandı ama diğer 3 polise karşı hala işlem yapılmadı. Başkan Trump’ın bazı gösterilerin yağmayla sonuçlanmasına karşılık olarak “yağma başlarsa, atış başlar” diye tweet atması yangına körükle gitmenin önemli örneklerinden biri oldu. Başkanın söylemi gösterilerin ülkenin en önemli şehirlerine kısa sürede yayılmasına ve öfkenin Trump’a dönmesine neden oldu. Bu sıkışmaya rağmen birçok polis şefi göstericilere destek vermeye başladı ve olayların yatışması muhtemelen yerel otoriteler sayesinde olacak. Ülkede tansiyonu düşürecek ve ulusal birliği sağlayacak liderlik sorunu açıkça görülüyor.
ABD’nin 1930’ların Büyük Buhranı sonrasında yaşadığı en ciddi ekonomik krizin ortasında ırkçılık karşıtı isyan hareketlerine tanıklık etmesi ülkede nasıl bir yönetim krizinin yaşandığını ortaya koyuyor. Ülkenin içinden geçtiği bu ekonomik ve sosyal kriz dönemine bakınca küresel Amerikan liderliğine ne olacağı merak edilen sorulardan biri olarak öne çıkıyor. Halihazırda yaşananlar kuşkusuz tarihi nitelikte ve etkileri uzun sürecek. Ancak bu durumun topyekün bir değişimi beraberinde getireceğini iddia etmek abartılı olacaktır. ABD’nin geçmişte tecrübe ettiği Vietnam, 11 Eylül ve 2008 kriz dönemlerine bakıldığında, ülkenin toparlanıp dünyanın lideri pozisyonunu devam ettirme kapasitesinin yüksek olduğunu unutmamak gerekiyor. Dahası ABD’nin patronluğunu yaptığı liberal, demokratik ve kapitalist sistemin bu krizlerden ders çıkararak, dönüşerek ve daha da güçlü çıktığını hatırlamamız gerekir. Amerika’nın görece gücünün azaldığı kesin ancak ciddi bir alternatifin olmadığı (Çin hala bu konuma aday olmaktan uzakta) bir ortamda Amerikan liderliğinin sona ermesi uzun sürecektir.
Amerikan toplumunun en önemli azınlık grubunun üyelerinin kendilerini bu şekilde sistemin kurbanı olarak görmeleri ve sistemin dışında hissetmeleri bugün yaşanan şiddet sahnelerinin en önemli sebebi olarak öne çıkıyor.
Amerikan toplumunun en eski ve en derin fay hattının hareketlendiği bir deprem döneminden geçiyoruz. Irkçılık meselesi ABD’nin kuruluşundan beri var olduğu için kısa zamanda yok edilmesi de çok zor. Protestolara beyaz gençlerin katılımının yüksekliği yeni neslin bu konuda hassas olacağını gösteriyor ancak bu mücadelenin Amerikan orta sınıfının tamamına mal olduğunu söylemek zor. Yeni nesil beyaz nüfus orta sınıfta daha fazla yer almaya başlayınca daha derin değişim daha mümkün olacaktır. Kasım seçimlerinde muhtemel bir Demokrat zaferi de bu süreci hızlandıracağı için siyahilerin ve yeni nesil beyazların siyasi katılımı artacaktır. Kısa ve orta vadede ise birçok eyalette polis prosedürlerinin reformdan geçirilmesi için yoğun bir baskı oluşacaktır.
Irkçılık karşıtı protestoların şiddet içermesini eleştirenlere siyahi protestocuların cevabı şiddete başvurmadıkça kimsenin kendilerini umursamadığı yönünde. Bu tür eleştirilere Martin Luther King Jr., Muhammed Ali ve Malcolm X gibi tarihi figürlerin cevapları da siyah nüfusun yüzyıllardır sistematik şiddete maruz kaldıkları yönünde olmuş. Siyahlar kurumsal ayrımcılıkla birlikte düzenli olarak linç ve suikasta uğrayan bir topluluğun tarihsel mücadelesinin parçası görüyorlar kendilerini. Amerikan toplumunun en önemli azınlık grubunun üyelerinin kendilerini bu şekilde sistemin kurbanı olarak görmeleri ve sistemin dışında hissetmeleri bugün yaşanan şiddet sahnelerinin en önemli sebebi olarak öne çıkıyor.
Amerika bu krizden de çıkıp yoluna devam edecektir ama asıl mesele nasıl devam edeceği olacak. Ciddi reform yapılmazsa kamu düzeni büyük bir risk altında olacak. Bu riskle devam edecek bir ABD daha güçsüz ve savunmasız olacaktır. Bir sonraki depreme daha hazırlıklı yol alması gereken ülkenin ana fay hattı daha da derinleşecektir. Siyahi nüfusun bıkkınlığı ve sistemin tamamen kendileri aleyhine kurulduğu düşüncesi ABD’nin en önemli zaaflarından biri olmaya devam edecektir. Bu da daha fazla şiddet, istikrarsızlık, yönetilemezlik anlamına gelir. Amerika geçmiş krizlerde gösterdiği toparlanma kabiliyetini tekrar gösteremezse ve halkı inandırmayı başaramazsa belki o zaman Amerikan rüyasının sonunun geldiğinden bahsetmeye başlayabiliriz.