Koronavirüs ve Avrupa Birliği’nin Geleceği
- Enes Bayraklı - Oğuz Güngörmez1. AB ülkelerinin Koronavirüse yönelik ilk tepkisi nasıl oldu?
Avrupa Birliği’nin (AB) Koronavirüs (COVID-19) ile mücadele konusunda krizin ilk anlarında sınıfta kaldığı belirtilmelidir. Ulus üstü bir yapılanma olan AB’nin krizin ilk başlarında ortak mücadele için adım atamaması, mücadelenin üye devletler eliyle ulusal zeminde yürütülmesi ve çeşitli ülkeler tarafından Birlik ruhuna aykırı adımların atılması AB’ye yönelik ciddi bir hayal kırıklığına sebep olmuştur. Özellikle virüsten ciddi şekilde etkilenen İtalya’nın AB daimi temsilcisi Maurizio Massari ülkesinin üye ülkelerden yardım talep ettiğini fakat hiçbir geri dönüşün olmadığını açıklamıştır. Benzer şekilde Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz da AB tarafından yalnız bırakıldıklarını, yardım gelmediği gibi parası daha önce ödenmiş maskelerin Almanya sınırında tutulmasının ise kabul edilemez olduğunu belirtmiştir. Koronavirüsle mücadelede ilk etapta beklenilen reaksiyonu veremeyen AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen beklenilen dayanışmayı gösteremediklerini fakat Koronavirüs sonrası ekonomik krizle mücadeleye büyük destek vereceklerini söyleyerek İtalya gibi ülkelerden özür dilemiştir.
AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen Birlik ülkelerinin kendi başlarına hareket etmelerini, tek taraflı ihracat yasakları getirmelerini, sınır kontrollerini yürürlüğe koymalarını ve Avrupa’da iç pazarın bozulmasına sebep olmalarını sert bir dille eleştirmiş ve ülkelerin AB kurallarını hiçe saymasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir.
Koronavirüsle mücadeleye yönelik AB ülkelerinin attığı ulusal adımlardan en tartışmalı olanı Almanya, Fransa, Çekya gibi ülkeler tarafından Mart’ın başında maskelere ve solunum cihazlarına yönelik getirilen ihracat yasakları olmuştur. AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen Birlik ülkelerinin kendi başlarına hareket etmelerini, tek taraflı ihracat yasakları getirmelerini, sınır kontrollerini yürürlüğe koymalarını ve Avrupa’da iç pazarın bozulmasına sebep olmalarını sert bir dille eleştirmiş ve ülkelerin AB kurallarını hiçe saymasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir. Söz konusu eleştirilerin akabinde Almanya gibi kimi ülkeler ihracat yasağını kaldırarak İtalya ve Fransa’dan kısıtlı sayıda hastayı Almanya’ya transfer etse de geç gelen bu zayıf adımlar sarsılan AB’nin güvenirliğinin sorgulanmasını durduramamıştır.
2. Avrupa’daki aşırı sağ partiler Koronavirüs sonrası siyasetin tek kazananı olabilir mi?
AB ülkeleri Koronavirüsle mücadele etmeye devam ederlerken aşırı sağ hareketlerin şimdiden virüsten siyasi kazanç sağlamaya çalıştıkları görülmektedir. İlk aşamada Almanya örneğinde görüldüğü gibi toplumların birden ortaya çıkan krize karşı istikrar arayışı içine girdiği ve bu sebeple Angela Merkel gibi güçlü liderlere veya mevcut hükümetlere destek verdikleri görülse de Koronavirüsten sonra ekonomik sorunların da etkisiyle tepkilerin mevcut hükümetlere yönelmesi kaçınılmazdır. Zira henüz virüsle mücadele devam ederken İngiltere’de Boris Johnson’a, İtalya’da Giuseppe Conte’ye yönelik ciddi tepkiler dile getirilmeye başlanmıştır.
Mevcut olan yabancı karşıtlığının Koronavirüs sebebiyle çok daha belirgin hale geldiği, ırkçılığın hedefinde olan Afrika ve Ortadoğu kökenli Müslüman göçmenlere Çinli göçmenlerin de ekleneceği aşırı sağcı liderlerin söylemlerinden anlaşılmaktadır. Ayrıca AB’nin ilk etapta virüsle mücadelede hızlı ve bütüncül bir politika izleyememesini ve ülkeleri mücadelede yalnız bırakmasını şimdiden söylemlerine yerleştirmiş olan aşırı sağcı liderler ekonomik rehabilitasyon süreçlerinde benzer bir yalnızlığı iç politikada ciddi şekilde kullanacaklardır. Özellikle Avrupa’yı ciddi şekilde vuracak muhtemel bir ekonomik krizin en fazla aşırı sağ hareket ve partileri güçlendireceği ifade edilmelidir. 1929’da yaşanan Büyük Buhran nasıl yıkıcı, faşist hükümetlerin hızlı bir şekilde ortaya çıktıklarını ve bu hükümetlerin sebep oldukları sonuçları göstermiştir. Son yıllarda aşırı sağın yükselişi ile zaten başı dertte olan AB’nin virüs kaynaklı 1929 krizine benzer bir ekonomik krize cevap üretememesi ve etkili önlemler alamaması 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’yı kana bulayan aşırı sağcı liderlerin yeni versiyonlarının ciddi güç kazanmasına ve Avrupa’nın istikrarını tehdit etmelerine sebep olabilecektir.
Haliyle Koronavirüsle mücadele sürecini iyi yönetemeyen Avrupalı hükümetlerin virüs sonrası oluşacak ve ekonomik krizin de tetikleyeceği tepkilerin odağında yer almaları, bu durumdan ise aşırı sağ partilerin kazançlı çıkması Avrupa için yakın gelecekte çok uzak olmayan bir senaryodur.
3. Koronavirüs sonrası oluşacak muhtemel küresel ekonomik kriz ve resesyondan AB ülkeleri nasıl etkilenir?
Koronavirüs sebebiyle alınan karantina kararlarından dolayı piyasa hareketlerinin durması sebebiyle 1929’da yaşanan ekonomik krizden çok daha yıkıcı bir krizin ülkeleri beklediği ifade edilmektedir. Söz konusu küresel krizden AB de “Eurozone krizi 2.0” olarak nitelendirebilecek bir krizle muhakkak Avrupa Kıtası’na düşen payı alacaktır. Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz gibi halihazırda ödemeler ve borçlar problemi yaşayan, kırılgan ekonomilere sahip ülkelerin iflasa sürüklenme ihtimali oldukça yüksektir. Zira bu ülkelerin borçlarının milli gelirlerine oranla çok yüksek olduğu ve gelirlerinin oldukça üstünde seyrettiği bilinmektedir. Komisyonun 2018’de açıkladığı verilerde Yunanistan’ın milli gelirinin yüzde 181’i, İtalya’nın yüzde 132’si ve Portekiz’in de yüzde 121’i oranında borçlu oldukları görülmektedir. Şimdiden ABD, İtalya, İspanya, Fransa gibi ülkelerde işsizliğin arttığı ve işsizlik başvurularının her geçen gün katlandığı haberleri gelmektedir.
Borç krizi içerisinde olan bu ülkelerin Koronavirüs sonrası ekonomik krizden çok daha olumsuz etkilenecek olmaları AB içindeki güney-kuzey ve doğu-batı gibi siyasi fay hatlarını genişletme, çok daha hararetli tartışmalara sebep olabilme ihtimalini beraberinde getirmektedir. 26 Mart’ta ekonomilerin olumsuz etkilenmesini engelleme amacıyla AB liderleri bir araya gelmiş ve İtalya’nın “Krizden çıkmak için birlikte borçlanalım” önerisini görüşmüştür. İtalya’nın virüs sonrası ekonomik krizle mücadele için “ortak virüs tahvili” (corona bond) oluşturma fikri konusunda AB ülkeleri mutabık kalmamış, özellikle borç sorunu yaşayan İtalya, İspanya, Fransa gibi ülkeler kolay borçlanmak için tahvilin oluşturulması gerektiğini dile getirse de kuzey ülkelerinin sert karşı çıkışları sebebiyle bir sonuç alamamıştır.
4. AB içindeki güney-kuzey ayrımı yeniden mi ortaya çıkıyor?
2011’de yaşanan borç krizinin yanı sıra Suriye ve Libya sorunu özelinde yaşanan mülteci krizinin çok daha belirgin bir hale getirdiği “güney-kuzey” tartışmasının Koronavirüs ile AB içinde yeniden ortaya çıktığı görülmektedir. 26 Mart’ta yapılan AB ülke liderlerinin gerçekleştirdiği görüntülü toplantıda İtalya, İspanya ve Fransa gibi borcu yüksek ülkelerin daha kolay borçlanabilmek amacıyla ortak virüs tahvili oluşturulmasını istemesi Almanya, Hollanda, Avusturya, Finlandiya gibi kuzey ülkeleri tarafından reddedilmiştir. Koronavirüs öncesinde borç batağında olduğu bilinen güney ülkelerinin olası bir kriz sonrası çok daha fazla borçlanacak olmaları, güney ülkelerini mali disiplin konusunda “gevşek” olmakla suçlayan kuzey ülkelerini çok daha tedirgin etmektedir.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de ortak virüs tahvili konusunun sadece bir slogan olduğunu ve Birliğin böyle bir çalışmasının olmadığını söyleyerek güney ülkeleriyle Brüksel arasında oluşabilecek bir gerginliğin işaretlerini vermiştir. İtalya gibi göçmenler konusunda yalnız bırakıldığını düşünen güney ülkelerinin Koronavirüsle mücadelede benzer bir hayal kırıklığı yaşamaları ve ekonomik destek programlarıyla bekledikleri desteği görememeleri kuzey-güney fay hattını Birlik açısından çok daha kapatılamaz bir şekilde genişletecektir. Öyle ki İtalya Başbakanı Giuseppe Conte’nin ekonomik krizle mücadele konusunda AB Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’e yönelik eleştirilerinin her geçen gün arttığı görülmektedir. Yaşanan ekonomik krizlerin ve borçların çok daha derinleştirdiği ve görünür hale getirdiği güney-kuzey ayrımının Koronavirüs sonrası yaşanacak ekonomik krizde çok daha görünür hale geleceği açıktır.
5. AB’de iş birliği ve “Birlik ruhu” Koronavirüs sonrası nasıl şekillenir?
Koronavirüsle mücadelede iş birliğine ve Birlik ruhuna yönelik hayal kırıklığı yaşayan çeşitli AB ülkelerinin ulusal kabiliyetlerini artırma yoluna gitme ihtimalleri yüksektir. Ülkelerin tamamı krizle mücadele esnasında hızlı karar alma kabiliyeti, lojistik ve iletişimin oldukça önemli olduğunu görmüştür. Sorun küresel olmasına rağmen AB ülkeleri de virüsle mücadele konusunda ilk etapta sadece ulusal adımlar atmaktan, AB ilkelerini bir kenara koymaktan çekinmemiştir. Bu kapsamda ülkeler Schengen anlaşmasını askıya alarak sınır kontrollerini yürürlüğe koymuş, maske ve solunum cihazlarına yönelik tek taraflı ihracat yasakları getirerek ortak iç pazarın yükümlülüklerini yerine getirmemiştir. AB ulus üstü bir yapılanma olmasına rağmen üye ülkelerin virüsle mücadelede ulusal çözüm yollarını izlemeleri ve “Her koyun kendi bacağından asılır” politikasını benimsemeleri kimi ülkeler açısından virüs sonrası dönemde izleri kolay silinmeyecek bir travma ve hayal kırıklığına sebep olabilir. Bu durum ise özellikle virüsten çok daha olumsuz etkilenen ülkelerin, aşırı sağ taleplerin de gölgesinde tüm kriz yönetim kurumlarını Brüksel’e endekslemekten vazgeçmesine ve ulusal çözüm kabiliyetlerini geliştirmelerine olanak sağlayabilir.
AB’nin Koronavirüsle mücadelede beklenilen desteği ortaya koyamaması virüs sonrası ekonomilerin rehabilitasyonlarına dair etkili bir politika belirleyememesini beraberinde getirirse bu durumun memnuniyetsizliğin arttığı ülkelerde Brexit gibi yeni “exit” senaryolarını da gündeme getirme ihtimali bulunmaktadır. İtalya’da AB bayraklarının yakıldığı bir protesto şeklinin sosyal medyada hızla yayılması ve aşırı sağ liderlerin daha şimdiden virüsle mücadeledeki etkisizliği sebebiyle AB’ye yönelik sert eleştiriler dile getirmesi tartışmaya açılacak yeni “exit” senaryolarının işaretlerini vermektedir. Virüsle mücadelede yalnız kalan ve ekonomik krizden oldukça sert etkilenecek olan ülkelerin kamuoylarında aşırı sağ destekli bir “exit talebi” oluşması muhtemel olsa da kırılgan hale gelen ve ekonomik krizle mücadelede iş birliğine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyacak olan mevcut hükümetlerin bu talepleri ve eleştirileri nasıl göğüsleyeceklerini ise zaman gösterecektir.