İnsan ve Makinelerin Ortakyaşamı | Koronavirüs Sonrası İletişim
- İbrahim Efe
Yeni tip koronavirüs (Covid-19) dünyanın her yerinde insan yaşamının neredeyse tüm alanlarını derinden etkileyerek özellikle internetin gelişimi ve yaygınlaşmasıyla zaten başlayan dijital değişim ve dönüşümün ne anlama geldiğinin örneklerini tecrübe etmemize neden oldu. Bununla birlikte insan bedenini salgının merkezi ve yayılma noktası olarak güvenlikleştiren ve zaman zaman tehlikeleştiren bir söylem virüsün anlatıldığı kadarıyla önce Çin’de ve sonra neredeyse tüm dünya ülkelerinde görülmesiyle birlikte yaygınlaştı. Bu söylem güvenlikçi beden siyasetinin merkezinde yer almakta ve çözüm olarak ise sosyal mesafe ve uzaktanlık[1] önermekte. Geldiğimiz bu durum koronavirüs salgını sonrasında güvenlikçi beden siyasetinin iletişim araçlarımızı ve alışkanlıklarımızı nasıl etkileyeceği konusunu daha da önemli hale getirmiş durumda.
Esasen iletişim alanı dijital dönüşümün en ilk ve çoktandır yaşandığı alanların başında gelmekte. Özellikle akıllı telefonların ve sosyal medya araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte kişiler arası iletişim alışkanlıklarımız hayli değişti. Bunun yanı sıra sosyal medyanın kitle hareketlerine öncülük etmesi ve sosyal medya mecralarında oluşan “büyük veri”nin (big data) politik amaçlara alet edilmesinin ortaya çıkmasıyla siyasal iletişimin de bu dönüşümden payını aldığını biliyoruz. Peki bundan sonra ne olacak?
Yeni tip koronavirüs (Covid-19) dünyanın her yerinde insan yaşamının neredeyse tüm alanlarını derinden etkileyerek özellikle internetin gelişimi ve yaygınlaşmasıyla zaten başlayan dijital değişim ve dönüşümün ne anlama geldiğinin örneklerini tecrübe etmemize neden oldu.
Ve makineler konuşacak
Dil ile bilgisayarlar ve dijital dönüşüm arasında doğrudan bir bağlantı var. Dil zihnimizdeki düşünce ve kavramları düzenleme özelliği ile makinelerin yani bilgisayarların veriyi organize etmesinde esin kaynağı olmuştur.
Dijitalleşmenin ve internetin bir süredir iletişim yollarımızı ve araçlarımızı yeniden tanımladığına ve dönüştürdüğüne dair bir şüphe yok. Uzaktan iletişim sağlayan ilkel teknolojilerden Web 4.0’a gelinen süreçte insanoğlu dünyanın en ücra köşesindekilerle konuşabilir, görüşebilir ve hatta aynı anda milyonlarca kişiyle beraber aynı oyunu oynayabilir hale geldi.
Kişiler arası iletişimdeki bu muazzam dönüşüm ya da evrimin adı internettir. İnternetin temelinde ise içerik yani dil yer almaktadır. Sözün düşüşü[2] ile birlikte görseller ve son zamanlarda hareketli görseller popüler olsa da arama motorları yalnız yazılı içeriği işleyebilmektedir. Dijital dönüşümün oyun kurucularından Bill Gates’in 1996’daki bir makalesinde dediği gibi “İçerik kraldır”[3] ve internete yazılı içerik hükmetmektedir.
İçeriğin durağan olarak yer aldığı (Web 1.0 ya da statik web) ve insanların içerik üreterek katkıda bulunduğu (Web 2.0 ya da interaktif web) bir ağdan bilgisayarların içeriği işleyip anlamlı hale getirdiği ve uygun içerik ürettiği (Web 3.0 ya da semantik web) bir ağa dönüşüm kimilerine göre interneti daha zeki kılacak ve insan hayatını kolaylaştıracaktır. Kimilerine göre ise bu gelişme –özellikle iletişim açısından– teyakkuz halinde olmayı gerekli kılmaktadır.
Eğer internet sürekli ve denetimsiz bir şekilde yazılı iletişimi[4] anlamlandırabilirse teknolojinin insanları tesir altına alma potansiyelinden endişe duyma haklı bir korku mudur? Yapay zeka (Artificial Intelligence, A.I.) insan zekasını alt etmeye muktedir olursa makinelerin kendi aralarında konuşmasını ve iletişim kurmasını sağlar mı? Bu soruların cevabı endişelerin ne derece haklı olup olmadığını belirleyecek.
Küçük şeytani resimler
İnsan dilinin önemli özelliklerinden biri yani ekonomik oluşu en az çaba ilkesi[5] ile açıklanır. Buna göre insan belirli bir vazifeyi icrada en kısa yolu tercih eder. Türkçedeki ünlü düşmesi bunun bariz örneklerinden sadece bir tanesidir. Dijital dönüşüm ile kullandığımız maharetli iletişim araçları dilimizi de dönüştürüyor. Duygu ve düşüncelerimizi en öz şekliyle ifade eden görsel kısaltmalar yani emojiler kimilerine göre bu dönüşümün sempatik habercisi kimilerine göre (özellikle komplo kuramcılarına göre) ise felaket tellalı. Bu felaket emojilerin dilin sınırlarının ötesine geçmesiyle alakalı. Muhatabınızı anlamak için konuştuğu dili, kültürü bilmek ve bazen aynı dili konuşsanız bile lehçesine ya da şivesine aşina olmak zorundasınız. Okumak ve yazmak için ise sadece bir dili konuşmayı bilmek değil o dilin ortografik olarak temsil edildiği sistemi de bilmek gerekli.
Emojiler bir taraftan dijital iletişimin zahmetsiz ve ilerlemeci yönünü yansıtırken diğer taraftan da acaba bizi ilkel bir iletişime mi rücu ettirecekler?
Öte yandan emojiler ile iletişim ise bütün bu sınırlamalardan muaf, insan yüz ifadesini ya da duygusunu resmeden basit bir grafik ifadeyi tanımaktan ibaret, her ne kadar bu kimilerince anlamsız ve zor bulunsa da. Emoji sözlüğüne her gün yüzlercesi eklendikçe bu küçük ve haylaz şeyler bizi ciddi bir paradoksla da karşı karşıya bırakmaktadır: Emojiler bir taraftan dijital iletişimin zahmetsiz ve ilerlemeci yönünü yansıtırken diğer taraftan da acaba bizi ilkel bir iletişime mi rücu ettirecekler?
'Biçim işlevi takip eder'[6]
Dünya çapında ağ (world wide web, www) olarak da tanınan bilgi paylaşım sistemi 1989’da Tim Berners ve Lee tarafından kuruldu. Web’in maharetleri üç aşamalı bir gelişim sergiledi: belgelerin ağı (Web 1.0), insanların ağı (Web 2.0) ve verinin ağı (Web 3.0).[7] Tanımlanması için henüz zamana ihtiyaç olsa da Web 4.0 (zeki web ya da simbiyotik web) insan zekasının ve makinelerin bir simbiyosiz içerisinde etkileşim kurdukları bir uyum ağı olacak.[8] İnsan ve makinelerin ortakyaşamı yani simbiyozu her ne kadar bilim kurgu filmlerinden fırlama bir rüya gibi gelse de koronavirüs salgınından sonra bunun mümkün ve hatta faydalı olabileceğine ikna edilmek üzereyiz. Robotlarla dezenfekte edilen sokaklar, İHA’larla denetlenen ve uyarılan insanlar, uzaktan eğitim, uzaktan terapi, temassız ödeme ve benzeri uygulamalar zaten bu ortak yaşamın erken işaretleri. Bu uygulamaların hayret verici olmadığı aşikar ama hayret verici olan ise koronavirüs korkusuyla bunları hızlı bir şekilde kanıksamamız. Dijital dönüşümün iletişim alışkanlıklarımızı da kökten değil ama tedrici olarak değiştirdiğini görüyoruz ve yaşıyoruz. Dijital dönüşümle iletişim alışkanlıklarımızın değişimi arasında doğrusal bir ilişki olmadığını buraya not düşelim. Şimdilik iletişim araçlarının kapasitesini ve çeşitlerini ilgilendiren bu dönüşümün ne tür biçimler alacağını bilmiyoruz. İhtimal odur ki dijital iletişimin işlevleri biçimlerini de belirleyecek.
Uzun vadede ise insan ve makinelerin etkileşimini daha iyi anlamlandırmak ve müspet bir şekilde ilerlemesini sağlamak için dijital toplum bilimleri fakülteleri kurulmalı. Kablosundan yazılımına dijital dönüşümün altyapısını denetleyebilecek ulusal sistemlerin geliştirilmesi sağlanmalı
Koronavirüs sonrası dijital dönüşümün insan dilini, iletişimini ve dolayısıyla dünya algısını ne şekilde dönüştüreceğini kestirmek zor ama değiştireceği kesin. Zira dilbilimsel görecelik ya da Sapir-Whorf hipotezi bir dilin yapısının o dili konuşanların bilişlerini ve dünyaya bakışlarını şekillendirdiğini bu sebeple insanların algılarının konuştukları dil ile alakalı olduğunu varsayar. İnsanların makinelerin desteğiyle –bugünlerde popüler olan bir tabirle chiplenerek– tüm dilleri anlama ve konuşabilmesi hatta sese ve yazıya ihtiyaç duymadan anlaşabilmesi (bir çeşit dijital telepati) teknolojik bir ütopya ya da distopya olabilir. Ancak dijital dönüşümün iletişime etkisi hiç şüphesiz sosyal ağlarla birlikte bir nebze tecrübe edildi. Facebook-Cambridge Analytica skandalında milyonlarca insana ait verinin istismarına şahit olduk. Arap Baharı ayaklanmalarında sosyal medyanın ve dijital iletişimin devletleri “demokratikleştirme” potansiyelinden dem vuruldu. Koronavirüs sonrasında iletişim ile ilgili bir iz düşüm ya da tahmin pek çok diğer sorunun cevabıyla alakalı. İnsanların dönüşüme ne kadar ve hızlı uyum sağlayacakları, mevcut ekonomik sistemin ve yönetim biçimlerinin neye evrileceği gibi soruların cevapları iletişimin de dönüşümüne ışık tutacak.
Şu anda yapabileceklerimiz ise aile ve milli eğitim düzeyinde çocuklarımızın dijital iletişim araçlarını doğru kullanmaları, devlet düzeyinde daha etkin bir dijital iletişim yasası ile birlikte sosyal ağlara bulaşan infodemiyi (bilgi salgınını) sınırlandırmak ve bunlara karşı dijital bağışıklığımızı güçlendirmek ile sınırlı. Uzun vadede ise insan ve makinelerin etkileşimini daha iyi anlamlandırmak ve müspet bir şekilde ilerlemesini sağlamak için dijital toplum bilimleri fakülteleri kurulmalı. Kablosundan yazılımına dijital dönüşümün altyapısını denetleyebilecek ulusal sistemlerin geliştirilmesi sağlanmalı. Son söz olarak parlayan her şey altın değildir.
Dipnotlar
[1] “Uzaklık” kavramı yerine “uzaktanlık” kavramını tercih etmemin temel nedeni ilki fiziki mesafe anlamına gelirken ikincisi fiziksel mesafenin bir yöntem olarak kullanılması anlamına gelmektedir; uzaktan eğitim, uzaktan terapi vb. örneklerde görüleceği gibi.
[2] Bkz. Jacques Ellul, Sözün Düşüşü, çev. Hüsamettin Arslan, 2. Baskı, (Paradigma Yayınları, İstanbul: 2004).
[3] “Content is King by Bill Gates”, Craig Bailey, 31 Mayıs 2010, https://www.craigbailey.net/content-is-king-by-bill-gates, (Erişim tarihi: 10 Nisan 2020).
[4] Bundan kastımız içerik haline dönüştürülmüş iletişimdir.
[5] Zipf kanunu olarak da bilinmektedir.
[6] Mimar Louis Sullivan’a ait bu söz sadece mimarlığı değil dilbilimi ve birçok diğer alanı etkilemiştir. Dilde en sık kullanılan yapıların –örneğin Türkçedeki hal ekleri– daha kısa bir biçim aldıkları bilinmektedir.
[7] Paul Anderson, “‘All That Glisters is Not Gold’ — Web 2.0 And the Librarian”, Journal of Librarianship and Information Science, Cilt: 39, Sayı: 4, (2007), s. 195-198,
[8] Sareh Aghaei, Mohammad Ali Nematbakhsh ve Hadi Khosravi Farsani, “Evolution of the World Wide Web: From Web 1.0 to Web 4.0.”, International Journal of Web & Semantic Technology, Cilt: 3, Sayı: 1, (2012), s. 1-10.